İnsanlığın geçmişindeki gizemli olaylarla ilgilenen Avusturyalı tarihi eser araştırmacısı Klaus Dona ile Şubat 2010′da yapılan bir söyleşi ve bu söyleşi sırasında yapılan slayt (saydam) gösterisi bir metin haline getirilmiştir ve aşağıda sunulmaktadır.
Not : Orijinal metinde köşeli parantez içinde resimlerin slayt ekranındaki konumlarını belirten sağ, sol, yukarı ve aşağı gibi yön ifadeleri, metnin çevirisinden sonra resimlerin bu notta konumlandığı şekilde değiştirilmiştir.
BILL RYAN (BR) : Camelot Projesi ve Avalon Projesi’nden Bill Ryan işte karşınızda. Bugün 20 Şubat 2010 ve tekrar Klaus Dona ile bir araya gelmek büyük bir ayrıcalık. Bu video gösteriminde farklı bir söyleşi olacak; çünkü esasında çok az konuşmam gerekecek, belki de hiç gerekmeyecek!
Klaus, tüm dünyada, mantıken “İnsan Irkının Saklı Tarihi” diye adlandıracağınızı düşündüğüm konulara ilişkin olmak üzere kişisel olarak araştırdığı, keşfettiği, incelediği eserler ve olağanüstü olaylar hakkında hazırladığı çok özel, olağandışı ve büyüleyici slayt gösterileri üzerinde işitsel açıklamalar yapacak. Ne dersin, iyi bir özet oldu mu, Klaus?
KLAUS DONA (KD) : Çok iyi bir özetti, evet.
BR : Öyleyse, bu noktada geri çekiliyorum ve şimdi yapacağınız şey, sadece keyfinize bakın ve slayt gösteriminin tadını çıkarın. Klaus, sizi kendisiyle birlikte bir yolculuğa çıkaracak… Yolculuğunda, kendisine ait keşifler boyunca ona yoldaşlık edebilirsiniz. Ve şimdi sıra senin Klaus.
Burada neye bakıyoruz? Bir dizi piramit görüyorum. Anlamı nedir?
KD : Anlamı şu : piramitleri dünyanın her yerinde her kıtada görebilirsiniz. Soru şu ki, bunları ne zaman ve kim yaptı? Neden dünyanın her yerindeki piramitler çok fazla benzer görünüyorlar?
Diğer bir soru : gerçekten küresel bir uygarlık var mıydı? Sanırım araştırmacılarımızın çoğu,Camelot Projesiçok uzun zaman önce var olduğunu anlatıyorlar; ama kaç bin yıl önceydi, işte onu bilmiyoruz.
Camelot Projesi izleyici kitlesinin çoğu, Japonya’nın en güneyindeki adada, yani Ryukyu Takım Adalarına bağlı Yonaguni adasında deniz seviyesinin 25 metre altında 1984’te bulunan bir taş piramidin hikayesini bileceklerdir.
Bu anıtların Doğa tarafından oluşturulduğunu söyleyen birtakım uluslararası arkeologların kavgası hâlâ devam ediyor. Ancak bir arkadaşım, Profesör Masaaki Kimura, o zamandan beri sadece bu anıt üzerinde değil, ayrıca yakınındaki diğer birkaçı üzerinde yıllarca inceleme yaptı. Yukarıda Yonaguni’nin bir modeli görülüyor.
Ve Doğa’nın kesinlikle yapmadığı bir şey… bu anıtın iki adet platformunun üzerinde, dev bir taş kaplumbağa ve dev bir taş kuş (tıpkı kartal gibi) var. Doğa çok şey yapar, ama böyle hassasiyette kusursuz bir anıt yapmaz.
Ve soru şu : tüm bu taşlar nerede? Eğer bunları doğa yapmışsa… bozmuşsa… nerede bu taşlar? Ayrıca sokaklar var ve bir de taştan yapılmış oturma sıraları ve taş merdivenleriyle Romalıların Kolozyumuna benzeyen bir taş stadyum var. Doğa harikadır, çok çok harika şeyler yapar; ama böyle kusursuz yapılar değil.
Burada, dev bir taş kaplumbağa var ve bu anıtın yanındaki dalgıcın ne kadar ufak kaldığını görebiliyorsunuz [aşağıda solda].
Burada, yukarıya çıkan merdivenleriyle bir sokak görülüyor.
Ve tekrar, sadece bu dev anıtın büyüklüğünü farkedebilmek için çok yakından çekilmiş bir resim.
Antik Dünya Haritaları
Burada bazı dünya haritaları görüyorsunuz. En üstte, Kristof Kolomb Amerika’ya gelmeden önce uzun süre kullanılan Piri Reis haritasını görüyorsunuz; 16’ncı yüzyılın başlarında Avrupa’nın bir kısmını, İspanya’nın, Portekiz’in, Batı Afrika’nın ve ayrıca Güney Amerika’nın bir bölümünü önceden gösteren bu haritanın ne kadar kusursuz olduğunu görebilirsiniz.
Şimdiye kadar yüzyıllar öncesinde böyle mükemmel bir haritayı kimin yapabildiğini bilmiyoruz.
Piri Reis haritasının geri kalanında, ki bu resimde göstermiyoruz, Antartika’yı buzsuz halde görebilirsiniz. 1956’da araştırmacılar, Antarktika’da buz kütlesi altında Yeryüzü’nün aynen Piri Reis haritasının gösterdiği gibi olduğunu keşfettiler; dolayısıyla bu Piri Reis haritası en az 10,000 ila 12,000 yıldan daha eski olmalıdır. Fakat sonraki soru şu olacaktır : bu harika dünya haritasını yapabilen kişi kimdi?
Aşağıda, üstte, Althanasius Kircher tarafından yapılmış Atlantis’i görüyorsunuz; harita ise, tam tersidir. Kircher, ters şekilde yapmıştır; Avrupa, Afrika ve ayrıca Amerika’yı görebilirsiniz.
Ve aşağıda kocaman bir dünya haritası taşını görüyorsunuz. Bu taş harita, 1984’te Ekvador’da bir yeraltı tünel sistemindeki altın kazıları sırasında başka 350 adet eserle birlikte bulundu; harita, Kolomb öncesine ait bilinen herhangi bir kültürle ya da mevcut Güney Amerikan kültürleriyle uyuşmamaktadır.
Bu taş haritadaki beyaz çizgi [aşağıda], doğal bir kuartz hattıdır. Burası, dünya taş haritasının ön tarafıdır; yaklaşık olarak Yakın Doğu’da Suudi Arabistan’da bulunan kısmı görüyorsunuz. Göz biçimindeki kakılmış işlemeyi, bu gözden sağ ve sola doğru giden doğal bir kuartz hattını, sağa giden hattın Hindistan ve Tayland üzerinden geçişini görebilirsiniz. Ayrıca sağ tarafta Profesör Kimura’nın araştırmalarının, kendisinde, en kuzeydeki Japon adasından başlayarak Tayvan’dan sonra uzak aşağılara kadar uzanan yerde bir zamanlar dev bir kıta bulunduğu düşüncesini uyandıran uzun bir ada var… fakat o zaman bu dünya haritasının en az 10,000 ila 12,000 yıldan daha eski olması gerekir.
Burası [aşağıda], arka taraftır; sağ tarafta kuartz hattının gelişini, Atlantik’te artık günümüzde var olmayan bir kıtadan, yani Atlantis’ten geçişini görebilirsiniz. Hat, daha sonra Güney Amerika’nın bir bölgesinden geçmektedir.
Burada yakın çekim bir fotoğraf var; kuzeye giden bir kakmayı, Guayaquil Körfezini ve bu eserlerin bulunduğu yeri tam olarak gösteren yuvarlak bir kakmayı görebilirsiniz.
Ekvador
Ekvador’da aynı yerde bulunan başka bir eser ise, Gözlü Piramit denen nesnedir. Göz, bir kakma işçiliğidir. Taş, gri ve beyaz renkte olup üzerinde 13 adet basamak bulunmaktadır. Nesne, 1 Amerikan Dolarının üzerindeki Parlayan Gözlü Piramide tıpatıp benzemektedir.
Eğer bu piramidi siyah ışık altına koyarsanız, göz çok kuvvetli şekilde parlamaktadır; gerçekten bir göze benzemektedir; ama resmen insan gözüne değil. İşte, gözün bir yakın çekimini, kakmanın renklerini görüyorsunuz.
Bu piramidin altında, küçük altın plakalardan yapılmış noktalar halinde Orion takımyıldızının dizilişini gösteren bir işleme ve bir de bilinmeyen bir yazı var. Alman Dilbilim Derneği’nin başkanlığını yapan ve kırktan fazla dilde kusursuz olan Profesör Kurt Schildmann’ın çevirisi… O, bu yazıyı tercüme edebilmiştir. Schildmann, yazıyı, en eski yazıdan daha eski olduğu için Ön-Sanskritçe diye adlandırmaktadır. Bu dört harfin çevirisini burada görebilirsiniz, çevirisi şöyledir : “Yaratıcının oğlu geliyor”.
Aynı yazıyı çeşitli ülkelerde, örneğin Ekvador’da, Kolombiya’da, İllinois’de (Birleşik Devletler), Fransa Glozel’da, Akdeniz’in Malta Adası’nda, Türkmenistan’da, Avustralya’da, İtalya’nın Güney Calabria’sında sadece birkaç yıl önce taşların üzerinde bulmuştuk. Daima üzerine aynı yazı ile yazılmış taşlar ve seramikler (terracotta denilen pişmiş toprak kap ve çömlekler) bulunmaktadır.
Bu da demektir ki, bu yazı bir zamanlar tüm dünyada mevcuttu ve Sanskritlerden daha eski bir zamanda, 6,000 yıldan daha öncesinde kurulmuş küresel bir uygarlık olmalıdır. Profesör Schildmann ayrıca bana bu yazının Indus yazısıyla ve Paskalya Adası yazısıyla az da olsa bir benzerliğe sahip olduğunu söyledi. Schildmann’ın da belirttiği üzere Sanskrit yazısından daha eskiydi. O, bu yazıyı Ön-Sanskritçe diye adlandırmıştır.
Bu taşın [aşağıda] üst tarafında iki göz görüyorsunuz, onun yanı sıra piramidi tutan sağ el ile piramidin tepesine konan sol eli görüyorsunuz. Bu, Gözlü Piramidin nasıl kullanılacağını gösteriyor anlamındadır.
Bu taşın [aşağıda] üzerinde bir oyma çizim görüyorsunuz : bir taşın üzerindeki adam, oturur vaziyette, daha önceki nesnede gösterildiği biçimde piramidi tutmaktadır. Gözlerinden ışınlar çıkmaktadır ve sağ tarafta selam verir gibi eğilmiş iki kişi görüyorsunuz. Kafasında küçük bir miğfere benzeyen bir şey var ve bu miğferden adamın üzerindeki garip bir nesneye doğru çıkan anten gibi bir şey var.
Burada ise, keşfedilmiş bir miğferin fotoğrafı var. Henüz üzerinde bir metal araştırması ya da ne tür bir metal kullanılmış olduğuna dair bir kontrol yapamadık; ancak miğferin merkezinde bir şeyin eksik olduğunu ve o şeyin bir önceki fotoğrafta gösterilen türden anten olabileceğini görebilirsiniz.
Aynı yerden bir başka ilginç buluntu [aşağıda], hepsi yeşim taşından yapılmış büyük bir kupa ve on iki adet küçük kupa. Küçük kupalar, insan yapımı oldukları ve her biri büyüklükçe biraz farklı olduğu için, eğer bunları tam olarak suyla doldurur ve 12 kupalık suyu büyük kupanın içersine koyarsanız, büyük kupa tamamen dolmaktadır.
Bir başka ilginç şey ise, küçük kupaların üzerinde Maya sayılarına benzeyen sayıları görebilirsiniz; ancak bunları Maya sayıları ile karşılaştırırsanız, birtakım küçük farklılıklar bulursunuz.
Büyük kupada mükemmel işlenmiş bir takımyıldızını görüyorsunuz, ayrıca Orion ve diğer yıldızlar da gösterilmektedir. Büyük kupanın içersi oldukça manyetiktir, dışarısında ise hemen hemen hiçbir şey yoktur. Profesyonel jeologlar, bunun imkansız olduğunu söylemektedir; çünkü eğer bir taş, içersinde metal parçacıklara sahipse, her iki taraftan da aynı manyetikliğe sahip olmak zorundadır.
Burada, büyük kupanın yakından çekim bir görüntüsü var; takımyıldızların kusursuz işlenişini ve kupanın üzerine siyah ışık tutulduğunda bunların parlak bir biçimde ışıldamalarını görüyorsunuz.
Bu fotoğraflarda siyah ışık altında parlayan garip bir metal ile işlenmiş sayıların tarzını açıkça anlayabileceğiniz birtakım küçük kupalar var.
Başka bir parça, [aşağıda] tıpkı büyük kupada olduğu gibi, aynı takımyıldız işlemeli bir yeşim plaka ve gökyüzüne dönük iki kişi. Ve bir sonraki resimde bu iki heykelin siyah ışık altında çok güçlü bir biçimde parlayan gözlerini ve takımyıldızını görebilirsiniz.
Bu, bir zamanlar sert şekillendirilmiş kahverengi bir taşmış; taşın ortasında renk siyaha dönüşmüş, ki doğada genelde böyle olmaz. Yakından bakarsanız, gözleri kapalı, ağzı ve burnu olan, uzun sakallı ve uzun saçlı bir surat görebilirsiniz. Sol tarafta ise, surat ve ayrıca taş kırık durumdadır.
Burası, taşın ters tarafıdır. Bir spiral ve bir üçgen görüyorsunuz. Üçgenin merkezi oldukça manyetiktir, bu da siyah ışık altında parlamaktadır.
Burada bir kobraya ait arka taraf fotoğrafı var. Güney Amerika’da kobra asla var olmamıştır; ancak bu da aynı yerde bulunmuştur.
Kobra kafasının bu tarafında, [aşağı solda] boyca 33 tane çizgi bulunmaktadır; dolayısıyla 33 sayısı, çok uzun zamandan beri oldukça mistik bir sayıdır. Sol ve sağ taraflarda 7’şer nokta var, belki bunlar çakra noktalarıdır. Ve siyah ışık tutarsanız, bu kobra kafası da parlamaktadır [aşağı sağda].
Bir başka nesne. Fotoğrafta kusursuz işlenmiş bir yunus kafası var ve bu eser de siyah ışık altında parlamaktadır.
Bu resimde bir çeşit miğfer var. Bu granitten yapılma miğferi omuzlarınıza ya da kafanıza koyabilirsiniz. Bu miğferde gördüğünüz işleme noktaları için bazı uzmanlar bana bunların tamı tamına insan kafası üzerindeki akupunktur noktaları olduğunu söylediler.
Birkaç ay önce, aynı yerde bitirilmemiş bir taş miğfer buldular [aşağıda solda]. Bu da demektir ki, bu eserlerden bazıları doğrudan doğruya Ekvador’da, ama çok uzun yıllar önce yapılmıştı. Ve bu nesnedeki işleme de siyah ışık altında parlamaktadır [aşağıda sağda].
Bu resimdeki, yeşim taşından yapılmış fantastik bir yılandır. Ve işleme noktaları da siyah ışık altında parlamaktadır.
Burada [aşağıda] arka tarafı çok kusursuz kazınmış bir eser var, bu da demektir ki bu parça alnınızın üzerine koymak için kullanılmış olabilir. İşlenmiş iki gözü görebilirsiniz. Ters tarafta [sonraki fotoğrafta] üçüncü göz diye tabir edilen bir işleme var. Belki de bu eser, meditasyon veya birtakım dini törenler için kullanılıyordu.
Bu resimlerde [aşağıdaki gurubun üstteki sağ ve solda olanları] bir spiral işlenmiş ve gene siyah ışık altında parlayan bir yeşim plaka bulunmaktadır. Bir tane daha [bir sonrakinde sağda ve solda]. Yeşim plakaya işlenmiş ve siyah ışık altında parlayan yedi halkayı görebilirsiniz. Belki bu da yedi çakranın bir gösterimi olabilir.
Bu resimde, orada bulunan keramiklerden biri yer almaktadır. Parça, harika bir usta işidir, sorun şu ki bu eseri tek bir keramik parçasından nasıl yapabilirsiniz?
Burada yine Ekvador’da bulunmuş piramit biçimli bir başka taş var. Tepede tek gözlü piramidi, aşağıda ise yedi tane spirali ve simgeyi görüyorsunuz. Bunlardan bazıları, Churchward’ın 1880 yılında Hindistan’da bulduğu ve batık Mu kıtasından bahseden Naacal tabletlerine çok benzemektedir.
Bu resimde siyah ışıkta parlayan bir başka spiral işlemeli mermer bulunmaktadır.
İnsan gözü işlemeli piramid formunda başka bir taş [aşağıda solda]. Burada [aşağıda sağda], yine gözlü bir piramit görüyorsunuz ve aşağısında Orion takımyıldızı, bizi Mısır’daki üç piramide odaklaması mümkün olan üç adet Orion yıldızı görülmektedir.
Bu resimde [aşağıda, solda] keramikten yapılmış bir heykel var. Kolomb-öncesi tarzında olmayan oturma şeklini görebilirsiniz. Bu oturuş şekli, Asya’daki Lotus oturuşuna benzemektedir. Heykelin tepesinde üzerinde birtakım noktalar bulunan bir başlık var ve Buda gösterimlerinin çoğuna oldukça benzemektedir. Adam ağzında bir yılan tutmaktadır. Yılan, oldukça mistiktir ve çok sıklıkla temsilde kullanılan bir nesnedir, bu da demektir ki bu heykel günümüzde var olan ya da Kolomb-öncesi’nde bilinen herhangi bir kültürden kalmış değildir. Bir sonrakinde bile [aşağıda, sağda], heykelin nasıl bir oturuş biçiminde olduğunu görebilirsiniz. Heykel, daha çok Asya’dan gelmiş gibi görünmektedir. Kafasının üstünde gene garip bir başlık. Ve ortasında kurbağa kafasına benzer bir şey görebilirsiniz. Kurbağa da Kolomb-öncesi Güney Amerika’sında çok mistik bir hayvandı; fakat Afrika ve Asya’da da mistik bir hayvan sayılıyordu.
Bu resimde [aşağıda, solda], sol elinde bir tür levha tutan bir başka keramik heykel bulunmaktadır ve esasında bu heykel Kolomb-öncesi bir kültüre aitmiş gibi durmamaktadır. Bu da [aşağıda, sağda] yılanlı bir sopa tutan çok garip bir eser. Gene burada yılan var, soru şu : heykeli yapılan bu insan kim?
Bolivya
Bu fotoğraf, Bolivya’daki Altiplano Platosu’nda çekilmiştir. Arkeologlar ve araştırmacılar en az 4000 yıl önce Arjantin’de çok büyük bir çarpmanın meydana geldiğini ve bu çarpmadan kaynaklanan şok dalgasının Bolivya’daki Altiplano’da bulunan birçok taş yapıyı yıktığını tespit ettiler.
Burada Bolivya’da Tiahuanaco yakınlarında çok garip bir yer olan Puma Punku’nun resmi var ve üzerlerindeki kusursuz işçilikle birlikte yıkılmış, tonlarca ağırlıktaki taş plakaları görüyorsunuz. Belki de bu yıkım, Arjantin’deki büyük çarpmadan kaynaklanan bir tepkimedir.
Bu fotoğraflarda Bolivya’da Tiahuanaco’da bulunan ve Güneş Kapısı diye adlandırılan yapının ortasındaki İtalyan araştırmacı arkadaşım Giancarlo Bonfanti’yi görüyorsunuz. Bazı araştırmacılar Güneş Kapısı’nın bu tarafında [aşağıda ikinci fotoğraf] üstte bulunan heykelciklerin Venüs takvimini gösterdiğini yazmışlardır.
Burada ise, Puma Punku’daki büyük taş plakalardan biri var; taş işçiliğinin ne kadar mükemmel yapıldığını görebilirsiniz. Soru : böyle kusursuz bir işi basit aletlerle yapabilir misiniz?
Bu bölgenin yakınlarında 2.6 metre boyunda iskeletler bulundu. Üstteki resim [aşağıdaki fotoğraflardan üstte solda olan], bu iskeletlerden birine ait kafatasını gösteriyor; kafatası deforme olmuş gibi görünüyor. Ancak kesinlikle bu kafatasları deforme olmuş değildir, doğal biçimde oluşup yumurtaya benzemişler.
Bu fotoğrafta [üstte, sağda], bu kafataslarının çenelerinin ne kadar güçlü olduğunu görüyorsunuz. Bu da önden görünüş [aşağıda, sağda].
Ve en ilginç olan fotoğraf, işte budur; çünkü kafatasının üst kısmında, Homo sapiens (modern insan) kafataslarında gördüğümüz üç adet plakanın bulunmadığını görüyoruz. Bu da bize bu iskeletlerin Homo sapiens olmadıklarını gösterir. Bu iskeletler üzerinde bir DNA testi ve yaş tespiti yapmamız mümkündür; çünkü uzun zaman önce ne tür insanların yaşadığını ve ne kadar zaman önce yaşadıklarını çok merak ediyoruz.
Sonraki resimlerde size gerçek devlerin yakınlarında bulunan birtakım eserler göstereceğim. Bu maskeyi [aşağıda] ilk defa elime aldığımda, gözlerinden bakmaya çalıştım. O sıralarda bunların 2.6 metrelik iskeletlere ait olduklarını bilmiyordum; sadece tek gözünden bakabildiğiniz bu maskeleri niye yaptıklarını merak ediyordum. Ancak bu insanların 2.5 metrenin üzerinde bir boya sahip olduklarını öğrendikten sonradır ki, kafataslarının elbette bizim kafataslarımızdan büyük olduğunu ve maskelerinin bu yüzden fazla büyük olduğunu anlayabildim.
Bu da Bolivya’dan bir başka maske [aşağıdaki fotoğraflarda altta solda]. Çok güzel oymalı, daha başka birçok kültürde de bulduğumuz, bir sürü spiralli ve simgeli bir başka maske daha [altta sağda].
Bu, çok ağır bir taş heykelciktir ve üstte yine bu arka taraftan aşağıya inen bir yılan kafasını görebilirsiniz.
Bu da ters taraf. Yılanı gene görüyorsunuz; bu da demektir ki tarihimizin geçmişinde yılan çok çok önemli bir hayvan sayılmış olmalıdır.
Bu resimde bir taş flüt görüyorsunuz. Garip olan ise, bu taş flütlerin çıkardığı seslerin titreşiminin beyin dalgalarımızla aynı olmasıdır. Bu da demektir ki belki bu flütler meditasyon veya başka türden iyileştirme amaçlarıyla kullanıldılar. Ve her iki delik birbiriyle kusursuz şekilde bağlanmıştır. Bunun anlamı, fazlasıyla sert bu taşa kusursuz delikler açabilmenizdir; fakat basit aletlerle dipteki iki deliği nasıl bağlarsınız? Günümüzde bu işi yapmak çok zor olacaktır.
BR : “U” şeklinde olduğu için taşın içersinde dairesel bir biçimde kıvrılıyor olmasın sakın?
KD : Doğrudur ve basit aletlerle kesinlikle böyle bir işi yapamazsınız; delikler bile çok hassastır.
Bu, bir gemi şeklidir ve en sonunda üç adet flüt borusu var. Fotoğraflarda bunların ne kadar mükemmel yapılmış olduklarını görebilirsiniz.
Bu da başka bir flüt, çok ufak. Bunu yalnızca çok yumuşak üfleyerek kullanabilirsiniz, sesi yunuslarınki gibidir.
Bu eser hakkında ne maksatla yapıldığına dair bir fikrimiz yoktur.
Kolombiya
Şimdi Kolombiya’dayız. Sonraki birkaç fotoğrafta, size Güney Amerika’da Kolombiya’da bulunan çok garip parçalar göstereceğim.
Kolombiya’nın en ünlü endüstriyel tasarımcısı ve mimarı olan Profesör Jaime Gutierrez, ülkesinde halihazırda yüzlerce yıllık olan garip eserler topluyor. En önemli parçası, Genetik Disk diye isimlendirilendir. Burada Lidit denilen çok sert bir taş türünden yapılmış bir disk görüyorsunuz. Hemen hemen granit ile aynı sertliğe sahiptir; ancak liditin yapısı yapraklardan oluşur; bu nedenle günümüzde aynı malzemeden aynı diski üretmek bütünüyle imkansızdır.
Bu diskin çapı 27 santimetredir. Diskin üzerinde normalde mikroskopla görebileceğiniz birkaç şey gösterilmektedir.
Örneğin aşağıda solda, saat 11 yönünde spermlenmiş ve spermsiz birer insan yumurtası görüyorsunuz. Aşağıda sağ tarafta ise, yaklaşık saat 1 yönünde birtakım spemler görüyorsunuz. Sonrasında ise açıklayamadığımız çok garip temsiller bulunmaktadır.
Ancak burada aşağı tarafta İsveçli bir fotoğrafçı tarafından bir kadının içersinden çekilmiş mikroskopik bir fotoğraf vardır ve spermsiz ve spermli yumurtanın bu Genetik Diskteki gibi göründüklerini fark edebilirsiniz.
Ters tarafta üstte çeşitli büyüklük ve yaşta olup en sonunda küçük bir çocuk gibi görünen birkaç cenin temsili bulunmaktadır. Ayrıca levhanın en sonunda yaklaşık saat 6 yönünde kadın ve erkek görüyorsunuz. Bir de sağ tarafta yaklaşık saat 9 yönünde kadın, erkek ve çocuk temsili görüyorsunuz. Fakat tuhaf olan şey, bunların o insan gibi kafaları nasıl temsil ettiğidir.
Bu fotoğrafta aynı malzemeden, yani liditten yapılmış bir bıçak görüyorsunuz. Bıçağın üstünde sap kısmında bir çocuk kafası ve çocuğun boynunun etrafından dolaşan bir göbek kordonu var. Bu da demektir ki, bu bıçak, göbek kordonunu kesip çocuğun hayatını kurtarmak için kullanılmış olmalıdır.
Yakın çekim bir fotoğraf : anne, çocuk ve göbek kordonu.
Bu bir alettir [aşağıdaki fotoğraflar]. Birtakım komplikasyonlar olduğunda çocuğun anneyi terk edip dışarı çıkmasını sağlamak için kullanılmış olabilir. O da aynı malzemeden, liditten yapılmıştır.
Bu resimde [aşağıda ortada] rahim ve dışarı çıkmakta olan çocuk görülmektedir. Ters tarafta ise [aşağıda], içeriye sadece başparmağınızı koyabilirsiniz. Bu demektir ki bu aleti parmaklarınızla kullanabilirsiniz; yani güç sarfedemezsiniz. Bu da çocuğun annesini terk etmesine yardım edilmesinin, bugünlerde kullandığımız aletlerden daha güvenli olabildiği anlamına gelmektedir; çünkü modern aletler kullanım sırasında bebeğin kafasına zarar verebilmektedir.
Bu, bizce tıbbî bir alettir [aşağıda, solda]. Bu da liditten yapılmıştır ve kusursuz bir formu vardır. Başka bir tane daha [sağda] ve bunlar da diğerleridir [ortada]. Bu fotoğrafta gösterilenden daha ufaktırlar. Viyana’da malzeme kontrolü yaptığımızda, bu parçaları dünya çapında en uzman kişi kontrol etti. İlk olarak, malzeme : her biri liditten yapılmış.
Ve biçimin kendisi, uzman bunları kontrol etti ve sonunda dedi ki : bunların nasıl yapıldığını ve kimlerin yaptığını size söyleyemem; ama kesinlikle söyleyebileceğim tek şey … günümüzde aynı malzemeden aynı aletleri yapamıyoruz.
Dolayısıyla, ne kadar eskiler, işte bunu bilmiyoruz. Bu aletler Kolombiya’da bulundukları ve Kolomb-öncesi var olan herhangi bir kültürle uyuşmadıkları için, bu buluntuların en az 6,000 yıldan daha eski olduklarını göz önüne almak zorundayız; ancak liditten böyle aletler ve enstrümanlar yapabilmek için ne tür bir teknoloji kullandıklarını açıklayamayız.
Görüyorsunuz, her parça, büyüklüğü her ne olursa olsun, her tür ele aynen uyabilmektedir. Her enstrüman, her alet bunları kullanan ellere aynen uymaktadır.
Ben bunu şaka yollu olarak Dişçi Koltuğu diye adlandırıyorum… kusursuz yapılmış, ama gene aynı malzeme : lidit. Ve garip soru şu : eğer bu çok zor malzemeden böyle mükemmel heykelcikler yapabildilerse, neden insan yüzünü büyük yuvarlak gözlerle, küçük bir burunla ve kocaman bir ağızla gösteriyorlardı? Bunun için olası gerçek bir açıklama yoktur.
Bu yüz [aşağıda solda], biraz Paskalya Adası’ndaki büyük taş heykeller, yani Moai’ler gibi gözükmektedir. Burada ise [aşağıda sağda], yakın çekim bir görüntü var.
Bu da Kolombiya’dan yine liditten yapılmış bir parçadır. Ön tarafta bebeğini tutan anneyi, arka tarafta ise muhtemelen avcılık için zırhını kuşanmış adamı görüyorsunuz.
Bu taş heykelcik Kolombiya’da keşfedildi. Tamamen Paskalya Adası’ndaki Moai heykellerine benzemektedir; ancak sadece yaklaşık 30 santimetre büyüklüğündedir.
Bu, bir başka taş yapım ustalığıdır. Her iki tarafında bir kuş gösterilmektedir; fakat ön taraftan bakarsanız, bu iki kuşun bir yüz oluşturduğunu görürsünüz. Sol tarafta [bir sonraki fotoğrafta], kuşun kafası ile kanatları arasında dünyanın her tarafındaki taşlarda bulduğumuz bilinmeyen yazıyı gene görüyorsunuz.
Bu, bir çocuğu tutan annedir, çok garip bir yüzü var, malzemesi bir tür yeşimdir.
Kolombiya’dan bir armadilloyu gösteren başka bir taş. Armadillonun üstünde uzun kulaklı ve tepesinde iki boynuz olan tuhaf bir suratı görebilirsiniz.
Bu parçada üstte gülümseyen bir yüz görüyorsunuz. Bu tarafta [aşağıda ilk fotoğraf] iki tane üçgen var, sağ tarafta ise [bir sonraki], bir yüz var. Gene sağda hayvan yüzü ve birtakım bilinmeyen simgeler.
Ve bu nesnenin altında bir hayvan görüyorsunuz… Krokodile benziyor.
Gine, Batı Afrika
Şimdi Batı Afrika’ya, Mali’nin çok yakın sınır komşusu olan Gine’ye hareket ediyoruz.
Kocaman bir granit dağında, bir kadının granit taşından yapılmış yarı portresini buldular. Bu heykelin başının üstünden gövdesinin ortasına kadar olan uzunluk tam olarak 150 metredir. Dolayısıyla büyük soru şudur : en az 10,000 ila 12,000 yıl önce bir dağda granitten böylesine dev bir yarı portreyi yapabilenler kimlerdi? Günümüzde bile bu imkansızdır ya da o kadar çok parasal masrafa yol açar ki hiç yapılmaz.
Yüzün yakın çekim resmine bakarsanız, bazı uzmanlar yüzün kesinlikle Avrupalı olmadığını ve elbette kara Afrikalı da olmadığını söylediler. Portre ya Güney Amerika, ya da Asya kültüründen olmalıdır. Ama o zaman gene 10,000 ila 12,000 yıl önceki noktadayız demektir. Bu bir uygarlık olabilir, Atlantis’ten gelen bir uygarlık.
Bu bölgeye yakın bir yerde Sierra Leone’de, Profesör Pitoni elmas kazılarının sorumluluğunu yürütüyordu. Pitoni, bu bölgede bir efsane işitti : Allah, meleklerine kızmış ve onları bir taşın içine koyup Dünya’ya atmıştı. Gökyüzünü de yaratmış ve bir taşın içine koyup Dünya’ya atmıştı. Ve yıldızları koyup Dünya’ya atmıştı.
Efsane der ki, gökyüzünü bu taşta görebilirsiniz; bu taşlara Göğün Taşları derler, gök mavisi taşlar toprak altında bu bölgede bulunur. Viyana’da bir araştırma yaptık… Bu kesinlikle yapay bir taştır, doğal değildir ve içinde başka malzeme bulunmaktadır. Bize hakkında bilgi veremedikleri tek şey, bu gerçek gök mavisi rengi elde etmek için ne tür bir renk kullandıklarıdır.
20 metreden 50 metreye kadar değişen mesafelerde aşağılarda bulunan taş heykelcikler. Profesör Pitoni daima bulgu yerinden birtakım organik malzemeler alıyordu; yaş belirleme testleri, bu taş eserlerin 2,500 yıl öncesinden 17,000 yıl öncesine kadar değişen yaşlarda olduklarını ortaya çıkardı. Burada [alt sağda], Nomoli denilen çok hoş kazınmış bir taş görülmektedir.
Burada bir filin üstünde oturan bir adam var, tıpkı tüm Afrika’da devlere ait efsanelerde olduğu gibi. Bir filin ne kadar büyük olduğunu bilirsiniz! Parça, harika bir taş işçiliğidir. Çok sert ve çok ağırdır.
Bir de elinde bir çeşit kap tutan bir yarı-insanı ya da sürüngen kafalı insanı gösteren birtakım parçalar vardır; bu kabın içine bir şeyler koyuyorlardı. Ayrıca birkaç Nomoli’nin tepesinde içine bir şeyler koymak için delik bulunduğu görülmektedir ve büyük olasılıkla bunlar dinsel törenlerde kullanılıyordu.
Burada bir tür hayvan bulunmaktadır… sanki, dinozora benziyor. Profesör Pitoni onu bulduğunda, heykel garip bir ses çıkarıyordu, o yüzden Profesör heykeli açtı ve içinde ufak kara bir küre buldu. Heykelin aşağısında görebilirsiniz [aşağıda sağda]; bu küre demir malzemeden yapılmıştı.
Biz bu eserde ve özellikle bu metal küre üzerinde araştırma yaptığımızda Profesör beni aradı ve birilerinin ona kötü bir şaka yapmış olması gerektiğini söyledi. “Niye?” diye sordum. Çünkü araştırmanın sonunda metalin malzemesi krom çeliği çıkmıştı ve krom çeliği ilk kez 20’nci yüzyılın başlarında Avusturya’da bulunmuştu. Bu demektir ki yaklaşık 17,000 yaşındaki bir heykelin içinde bu malzemenin bulunması imkansızdı.
Ancak hemen Profesörü aradığımda, Pitoni kahkaha atıyordu ve şöyle dedi : Ben bir jeoloğum. Eğer bir heykel garip bir ses çıkarıyorsa, onu hemen açmam, fakat birkaç defa röntgenini çekerim.
Burada sağ resimde [aşağıda], röntgen fotoğraflarından birini görebilirsiniz; kapalı heykelin içindeki yusyuvarlak küreyi, krom çeliğinden yapılmış bir kürenin durduğunu görüyorsunuz.
Bu röntgen filminin fotoğrafında tam olarak görebilirsiniz. Ve ayrıca Profesör Pitoni, bu taş heykelin daha önceki günlerde açıldığını ve sonra kusursuz bir şekilde kapatıldığını görmüştü. İçerdeki deliği kapatan ufak taş küreye ait bu fotoğraf çekildiğinde heykeli açan uzmanı Profesör aramıştı; fotoğraftan metal kürenin zaten hep orda olduğunu görebilirsiniz.
Devler
Bazılarınız devlerin internetinde Hindistan, Çin ve diğer yerlerde çölde bulunmuş dev iskeletlerin bazı resimlerini ve fotoğraflarını görmüş olabilir. Bu fotoğrafların çoğu Photoshop yazılımını göstermek için yapılmış yarışmacı fotoğraflardır. Ben de ilk kez bu fotoğraflardan biri bana geldiğinde epey etkilenmiştim.
Ama şimdi size göstereceğim şu fotoğraflar kesinlikle bir Photoshop rekabetinden gelmemiştir. Bu fotoğraflar gerçek kafataslarına ve iskeletlere aittirler.
Bu kafatası Kolombiya’da yeraltında bir tünel sisteminde bulundu. Kafatası 11,000 yıl öncesine tarihlendirilmektedir. Normal bir kafatasından daha büyüktür ve çenenin ön dişleri, bizim dişlerimize göre farklı bir şekilde sıralanmıştır.
BR : çok kuvvetli sert bir çene yapısı olgusuna ben de rastladım. Çok belirgin bir alt-çene hattıdır, çok bilinen ünlü bir çene yapısıdır.
Ve işte, Camelot Projesinde yer alanlardan biri tarafından bize gösterilen bir fotoğraf görüyorsunuz. Şimdi, bu gerçek bir fotoğraf değil, eski bir Arnold Schwarzenegger filmi olan Barbar Conan’dan alınmış bir sahne bu. Burada gördüğünüz, aktör James Earl Jones’un üzerinde yapılan özel bir efekttir. Kritik nokta ise, alt-çene hattının biçimidir.
Günümüzde gerçel zamanda Annunaki ile vakit geçirmiş olan şahidimiz, onları büyüklüklerinin yanı sıra karakterize eden şeylerden birinin de sekiz veya dokuz ayak (2,50 veya 2,75 metre) uzunluğunda olduklarını söylüyordu. Onların çok büyük, çok güçlü ve söylenen boydan daha büyük olduklarını belirtiyordu. Ama bu onların boylarına yakın olarak yuvarlatılmış bir rakam, ki Klaus’un bahsettiği 2.6 metre ile tamamen uyuşuyor. Klaus, çok belirgin bir alt-çene hattından söz etti; bu da şimdi bakmakta olduğumuz bu kafatasları ve iskeletleri hakkında beni müthiş etkiledi.
KD : Ben bunu bilmiyordum…
BR : Hayır, bunu bilmeniz gerekiyordu… Tekrar Klaus’a dönüyoruz.
KD : Öyleyse bir kez daha anlatalım, burada Malta’daki La Valetta’da bir müzede çekilen eski bir fotoğraf görüyorsunuz. Fotoğraf, birkaç tane uzun kafatasını gösteriyor ve açıklaması ise, “deforme olmuş kafatasları”; ancak bunlar çok gerilere uzanıyor.
Çok fazla tuhaf kafataslarından biri de budur.
Bunlar, Peru’nun Ica kentindeki küçük bir müzede sergileniyor. Ica kenti, ünlü Nazca Çizgilerinin yakınlarında yer alır ve müze, tüm hayatını Nazca Çizgilerini araştırmaya adamış olan Alman kadın arkeolog Maria Reiche’in adıyla Museo Maria Reiche diye isimlendirilmiştir. Tümü bu Nazca Çizgilerine yakın bölgede bulunmuş ve benim şimdiye kadar gördüklerim içinde en tuhafları olan kafataslarını bu müzede görebilirsiniz. Öyleyse soru şudur : orada ne tür insanlar yaşıyordu ve bu kafatası biçimini nasıl edindiler?
Ve işte içlerinden özel biri. Doktorlar ve uzmanlar bana, böyle türden bir kafatası yaratmanın mümkün olmadığını; çünkü deformasyon boyunca kafatası üzerinde çifte kemik malzemesi elde edilmediğini kesin bir dille anlattılar. Ve bu kafatasında deri ve saç bile mevcuttur; sanırım, kafatasında bir tarihlendirme testi ve özellikle de bir DNA analizi yapmak zor olmasa gerek.
Bu resimde sizlere devlere ait bazı efsanevî iskelet formları gösteriyorum. 1964 yılında, Ekvador’un güneyinde Loja eyaletinde bir dağ platformunun bir kısmı yıkıldı ve hastanelerde rahip olarak çalışan Peder Carlos Vaca bu bölgeye çağrıldı; o da bir devin kırık kemiklerini buldu.
BR : Güzel! Evet, Klaus, bizi birlikte bir yolculuğa çıkarmanı rica etmiştim ve sen, sanırım nerdeyse son 1 saattir, bizi sadece dünyanın etrafında değil, aynı zamanda 17,000 yıl kadar uzun bir zaman öncesine büyüleyici bir yolculuğa çıkardın!
Tarihimizin ne olduğu hakkında ne kadar az bildiğimizin gerçek bir hatırasıdır bu. Önemli bir bulmacanın önemli parçalarıdır bunlar ve sen, bizlere müzelerde gösterilmeyenlerin neler olduğu, antropolojiyle ilgili ders kitaplarında okumadıklarımızın neler olduğu ve bir sürü üniversite profesörünün hala tanımayı reddettiklerinin neler olduğu hakkında insanların farkındalığını yükseltmek için inanılmaz büyüklükte işler yapıyorsun.
Dünya gezegenindeki kendi tarih anlayışımızı yükseltmedeki yardımlarda oynadığın rol için çok teşekkürler. Klaus, teşekkür ederim.
_______ooOoo_______
Kaynakça :
http://projectavalon.net/lang/en/klaus_dona_2_interview_transcript_en.html
Çeviri : Gürol Bıçakçı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder