Necati nerede?
20 yaşındayken Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmiş her fikirde, her düşüncede insanların toplandığı zırhlı birlikler tugayındaydım. Sınıf arkadaşlarım olan subayların en büyük eğlencesi, sevgilileriydi. Hafta sonu tatilini dört gözle beklerlerdi. Pazartesi okulun bahçesinde, yeşil çimenlerin üstünde, ağaçların gölgesinde birbirlerine sevgililerini anlatırlardı.
Hafta sonu gezmeye çıktıklarında beni de çağırırlardı. Aralarına katılmazdım. “Ben gelmem.” derdim. “Sen ölmüşsün!..” diye alay ederlerdi.
Yıl sonu geldi; diplomaları aldık mezun olduk. Dışarı çıktım ki, okulun bahçesi hanımlarla dolu. Beni gören hanımlar koşarak yanıma geldiler; “Necati nerede, Ali nerede, Ahmet nerede?..” Ağlıyorlar… “Onlar sizden kaçtılar.” dedim, “Okulun diğer kapısından çıkıp, arka sokaklara dağıldılar…” Nasıl ağlayıp çırpındıklarını; çaresizliklerini hâlâ hatırlıyorum. Sevilmemesi gerekeni sevenlerin nasıl perişan olduklarına orada ilk kez şahit olmuştum… Tahsil hayatı sekteye uğrayan gençler, yuvası dağılan aileler… 24. Söz’de buyrulduğu gibi, “Yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayri meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir.” Sevilmemesi gerekeni sevenlerin feryadını duydukça, mecazi aşkın insanı tatmin etmediğini anlamıştım…
O zaman yirmi yaşında bir gençtim. Şimdi seksen yaşında bir ihtiyarım. Amma bu sevmek meselesi beni hâlâ düşündürür…
Üstad Bediüzzaman’ın buyurduğu gibi, “Bazı eblehler var ki, güneşi tanımadıkları için, bir aynada güneşi görse, aynayı sevmeye başlar.”
“Eşimi, çoluk-çocuğumu, evimi, malımı, mülkümü, işimi seviyorum!” diyen bir arkadaşa sordum; “Sevgini bu kadar dağıtınca Allah’a ne kaldı?” Arkadaş şaşırarak yüzüme baktı. Ona dedim ki: “İnsan hoşuna giden her şeyi sever. Böylece Allah’ın verdiği sevmek duygusunu dağıtır. Hâlbuki sevmek duygusu dünya ve ahiretimizi cennet edecek kadar önemlidir. Her yaratık bir Esma’nın tecellisidir. Sevilen şeylere de bu nazarla bakmak çok önemli. Yani sevdiğimiz şeylerde Allah’ın lütfunu görüp hamd edince Allah için sevmiş oluruz; bu da ibadettir. İnsanın hayatı vereni sevip de, hayatı verenden haberinin olmaması gaflettir…”
Bir söz vardır; “Terk edemediği her şey insanın putudur.” Allah’tan başkasını putlaştırmak derecesinde sevmek, beraberinde şefkat tokadını da getiriyor. Yanlış sevgilerin ıstırabı, onu kaybettiği zaman ortaya çıkıyor. Mesela bir insan amirine, müdürüne fazla bağlansa, “Müdürün kölesi olmuş.” derler. İşine fazla bağlansa, “İşiyle evli.” derler. Çocuklarına fazla bağlansa, “Bu kadar yüz verip şımartma.” derler. Fakat Allah’a bağlanmak, itaat etmek insanı asla rencide etmez; ulvi noktalara ulaştırır.
Böylece evladım gibi olan kitaplarımı sevmekten korktum. Can yoldaşım olan daktilomu sevmekten korktum. Ağaçlarını elimle diktiğim bahçeyi sevmekten korktum… Kabrin kapısında beni terk edecek şeylere gönlümü bağlamaktan korktum… Hayatına hayran olduğum insanların ortak yönü her şartta Allah’a itaat etmeleriydi; onlara çok imrendim ve dedim ki: “Pek çok sevgiliyi kalbime dolduramam. Allah’ı seveceğim, Allah’ın sevdiklerini seveceğim, Allah’ı sevenleri seveceğim…”
Zaman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder