Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet, ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem "dâr-ı hizmettir(hizmet yeri)" ve mahall-i ubudiyettir.
Hastalıklar ve musibetler, dini olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, "şekvâ(şikayet)" değil, şükretmek gerektir.
Evet, ibadet iki kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malûmdur. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine "ilticâkârâne(sığınırcasına)" "teveccüh(yönelmek)" edip, O'nu düşünüp, O'na yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu "ubudiyete(kulluk, kölelik, aşırı bağlılık, itaat)" riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer.
Hattâ bir âhiret kardeşim, Muhacir Hafız Ahmed isminde bir zâtın müthiş bir hastalığını ziyade merak ettim. Kalbime ihtar edildi: "Onu tebrik et. Her bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçiyor." Zaten o zat sabır içinde şükrediyordu. (Lem'alar, İkinci Lem'a)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder